25 Mayıs 2016

Değişken Ruh Halleri

Düşünmek insana verilen bir armağan mı, yoksa ceza mı? Bu sorunun cevabını bilen bir bilge arıyorum. Dünya’nın neresinde bulabilirim bu cevabı? Çok mu uzaktadır? Ya da çok yakınımda mıdır?

Bazen her şeyi bırakıp çok uzaklara gitmek istiyorum. Sonra oralarda biraz burnum sürttükten sonra döndüm işte, dünya varmış demek istiyorum. Dönmek ve dünya aynı şeylermiş gibi geliyor. Hayatta bazı kırılma anları var. Yönünü belirlediğin zamanlardan bahsediyorum. Uzunca bir süre alçaktan uçtuktan sonra yükselmek gibi ya da tam tersi. Bu ikisi arasında kalmak gerekiyordu. Çünkü hayatın bir dengesi var.

Bazense kendimi her şeyin üstünde tuttuğum kendimden emin olarak görürken, bir zaman sonra boş vermişlik hali cuk oturuyordu üstümde. Boş vermişlik  bile tamamen bir bırakış değil mi? Kurtulması çok zor bir örümcek ağına saplanmışta kaçamayacağını düşünüp öylece beklemek. Ya da kabul etmek gibi çabalamak lazım. Kurtulma şansı olabilir ama istememek, öylece beklemek de bizim seçeneğimiz.

Hayallerden söz açılmıştı. Güzel günlerin ne kadar güzel olduğu senin ona bakma biçiminle doğru orantılı. Bir matematik sorusu içine sıkışıp kalmış mıdır bu güzel günler? Cevabı hangi şıktadır? Yine iki seçenek arasında kaldım. Akşam olunca kelimeler büyüyordu. Duyguları ağırlaşıyordu. Bir kelime yüzle çarpılmış hissi veriyordu.

Bir gün sahile dolaşmaya çıktım. Deniz havasının henüz İsviçreli bilim adamlarınca kanıtlanmamış olan iyileştirici bir etkisi vardı. Biraz durdum sonra yolda giderken lise çağında çocuğun biri son dakikada rakibin penaltı atarken ki kalecinin o tedirgin bakışlarıyla baktı. Ben de ona penaltıyı atan futbolcu olarak baktım. Topu dışarıya attım çünkü ağlıyordu. Yoluma devam ettim. Bazen yürüdüğümüz sokağın çıkmaza çıkmadığını görmek bize umut verir. Kitapçıya doğru yöneldim. Kitaplar arasında huzur buluyorum. Yeni basılmış bir kitabın kokusu lezzetli bir yemek kokusu gibi geliyordu. Aradığım kitabı bulmak hoşuma gidiyordu. Bulamamak da öyleydi. Aradığım kitabi buldum. Aylin Balboa – Belki Bir Gün Uçarız. Neden olmasın. Kasaya doğru yöneldim. Giderken kasa da duran kadın ‘’Bol gülümsemeli günler dilerim,’’ dedi. Çok net bir ifadeydi.

Eve dönerken yıllardır görüşmediğim arkadaşıma rastladım. Genelde yıllardır görüşmediğiniz arkadaşlarınıza eve dönerken rastlanır.
‘’Naber neler yapıyorsun?’’
‘’Soruların cevaplarını arıyorum.’’
‘’Bulabildin mi?’’
‘’Henüz değil. Değişken ruh halleri yaşıyorum.’’
‘’Bana daha çok dengesiz ruh halleri gibi geldi.’’


Eve geldim. Pencerenin kenarına geçip biraz gökyüzünü izledim. Sonra çok düşünmemeye karar verdim. Kuşları izledim. Her şey bir şekilde oluyordu. Kafaya takmak yoruyor insanı. Gülmek en iyi hareketti. Böyle düzenin hahaha.

Sabit Emre Zengin

29 Mart 2016

Batan Geminin Son Sözleri Bunlar

‘’Kaptan gemimiz batıyor? Ne yapacağız?’’
‘’Çok mu batıyoruz?’’
‘’Biraz evet. Çok.’’
‘’Ne yapacağız çünkü her geçen saniye daha da batıyoruz?’’
‘’Zıplayalım bari, daha hızlı batarız.’’



Acı üstünde birikince insanın bunları azaltması gerekiyor. Yoksa daha da ağırlaşıyor. Bilhassa geceleri. Ben hiçbir zaman bir geminin kaptanı olamadım. Gittim direk gemi oldum. Balık oldum. Dalgalar oldum. Yakamoz oldum. Bir kaptan olamadım. Bu da benim hatam. Hiç bulaşmayacaktım bu işlere. Sakince bir sahil kasabasında hayatımı kaptanları izleyerek geçirecektim. Ama olmadı. Kaptan değilim ki ben gemi batarken ne yapılır? Ne denir? Şimdi batıyoruz ama gururla mı batıyoruz diyeyim? Olsun. Yeni bir gemimiz olur onu da mı batırırız diyeyim? Ben bu hayatta daha önce kaptanlık nedir bilmedim. Ama sırf sizin için buradayım. Suyun kaldırma gücüne meydan mı okuyayım şimdi durduk yere? Ne gerek var? Neye yararı var? Batıyoruz işte mis gibi. Kimseye nasip olmaz. Daha ne istiyorsun. Tadını çıkar. Yak bir sigara. Bak batmak için ne güzel bir gün. Değerini bilin hayvanlar.

Gemide herkesin gözü uzaklara dalmış bakıyorlar. Nereye bakıyorsun her yer aynı. Kafanı bir öne bir arkaya baksan yine aynı. Değişmiyor. Bazı şeyler gibi. Şey derken genel olarak. Genelleme yaptım. Bayılırım genellemelere. Tek bir duruma odaklanmaktansa birçok duruma odaklanmak ta bir ş e y. Herılltt yani.

Kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Benden bir ş e y dememi bekliyorlar. Ne diyim olum? Denizin ortasındayız. Etrafta bir bok yok. Bir biz varız. Bir de güneş. Onun da bir faydası yok şuan. Yine batıyoruz. Açtım bir müzik oradan. Herkes bir bana baktı. Sonra yine aynı yere bakmaya devam ettiler. İçlerinden ‘’Biz bu adamı kaptan olarak nasıl aldık? Böyle bir hataya nasıl düştük? Başka gemi mi yoktu da gittik dünyanın en talihsiz gemisine geldik? Hay ben şansımıza sevineyim.’’ diyorlardır. Çok mutluyum şuan. Müzik yankılanmaya başladı. Orhan abimizden geliyor. ‘’Batsın bu dünya.’’
Fazla söze gerek kalmadığı için bir ş e y diyemiyorum şimdi. Şarkıyı dinledik herkesçe. Hayatımızın film şeridi gibi önümüzden geçtiği dakikalarda fon müziği olarak bunu seçtim. Mizaçlı bir kaptandım en azından.

Şarkı bitti. Herkesin yüzündeki o ufak tebessüm hoşuma gitti. ‘’Çok mu seviyorsunuz bu hayatı? Daha önceki hayatınızı demem daha doğru olurdu ama bozmadım. Şimdi buradan kurtulsak her ş e y i yoluna koyacak mısınız? Doğru düzgün yaşayacak mısınız? 
Aldığınız nefesin kıymetini bilecek misiniz? Şükür, buna da şükür. Hayattayız diyecek misiniz?’’ diye bağırdım. Sonra kısa süre sessizlik oldu. ‘’Evet,’’ dedi birisi. Sonra birisi daha. Sonra hepsi birden e v e t.

Vay arkadaş dedim. Siz hayatınızın değerini anlamanız için illa gemi mi batması lazım? Masraflı adamlardı doğrusu. Gemi batırıyorlar. Lükse bak. İlla prodüksiyon mu yapmamız lazım? Role mi girmemiz lazım? Hepiniz sıraya geçin. Geminin kaptanı konuşacak birazdan.

Hepiniz benim için değerlisiniz. İyi insanlarsınız. Ama hayatınız bok gibi. Lağım çukuru sizin hayatınızdan daha temizdir. (Ufff) Hayat çok güzel beyler. Daha gideceğimiz yeni ülkeler var. Keşfetmemiz gereken bir dünya var. Dünya bir su. Biz de suyuz aslında. Felsefe yaptırmayın bana şimdi. Su hayat işte. Şuan ne durumdayız rapor verin? Birbirlerine baktılar. Haklılar aslında. Planı açıklıyorum. Tek ve başarılı bir plan yaptım şarkıyı dinlerken. Kaptanlar her zaman hazırlıklıdır bu gibi durumlarda. Açıklıyorum.‘’Denize atlıyoruz.’’

Hep beraber aynı anda atlayacağız. Eğlenceli hale getirmek lazım hayatı. Bu da yeni hayatınızın kurallarından birisi. Cumburlop denize atladık.

O gün ne kadar kederimiz, hüznümüz, derdimiz, tasımız, tarağımız varsa gemide bıraktık.
Yakında bir adaya kadar yüzdük. Herkesin gözü o kadar dönmüştü ki yakında duran adayı dahi göremiyorlardı. Sonra kaptan arkadaşım geldi. Durumu biliyordu zaten. Plan tıkır tıkır işledi. Ege’ de bir sahil kasabasına yerleştik. Ben bir balık restaurantı açtım. Tayfa da beni yalnız bırakmıyor. Bana da çok iş düşmüyor. Arada kasaya bakıyorum. En çok sevdiğim yeri teras katı. Orada takılıyorum genelde. İçkimi alıp kaptanlara kadeh kaldırıyorum.

Gemiler geçer uzaklardan. Allı pullu gemiler.
Eksilmesin.. 



7 Ocak 2016

Mevsimlerden Kış

Yıllar önce kaybettiğimiz bir eşyamızı, yıllar sonra buluyorduk. Şimdi hayli rengi değişmiş, paslanmış, yıllara meydan okuyan tavrıyla bakıyorduk ona. Kalbini vücuduna eşya olarak dokumuş insanlar da, bu durumla aynı noktada bitirirler cümlelerini. Kalbini zamanla yük haline getirmiş, zaman geçtikçe kalbinin paslandığını ve rengini daha önce göremeyeceği bir halde bulan insanlardan bahsediyorum. Zamanla kaybolmuş sevgilerden söz açılmıştı o akşam. O günden sonra hiç susulmadı. Herkes bir şeyler söyledi. Yıllar geçti. Ben hala o akşamda kaldım. Bir gün ileriye gidemedim. Dünyanın en uzun akşamını yaşayan birisi varsa bu dünyada ikincisi benim. Birincisini bilmiyorum çünkü.
  
   Mevsimlerden kış ve soğuk en güzel senin vücudunda anlam kazanıyor. Ağzından çıkan buhar, yaşamı sorgulatıyor bana. Yüzünün nasıl bir güzellikte olduğunu anlamak için, yağan kar tanelerine baktım. Hepsi eşşiz güzellikte ve birbirlerine değmiyorlar. Kar taneleri birbirine benzemez. Yıllar önce yaptığımız kardan adam bugün çıkıp gelse ona ne diyeceğiz? Güneşte onu eritmeye terk ettiğimizde, onu ilk heyecanlarla yapıp, güneşe teslim edecek kadar ne yaptı bize? Kardan adamlar da birbirine benzemezler. Ama bir kardan adam, bize bir başkasını hatırlatabilir. Kar yağar yağar ertesi gün bir bakarsın etrafta sadece onlar kalır. Şehri ele geçirirler. Kardan adamlar bu şehrin en fiyakalı kaybedenleridir.

   Otogarda hava çok soğuk.  Gökyüzünde tek bir yıldız var. En hüzün verici ve bir o kadar da mutluluk yerleridir otogarlar. Kendisine sorsak, neler hissediyorsun diye bize diyeceği tek şey şu olurdu. ‘’Hissetmekten yoruldum.’’

   Kısa bir yolculuğa çıkıyorum denildiğinde, nereye gidersek gidelim o yol çok uzundur seven için. Vedalaşmalardan hoşlanmam. Ama zamanla bak yine zamanla ona da alışıyorsun. Eğer birisiyle vedalaştıktan sonra, tekrar vedalaşamazsınız. Zordur çünkü. Acıyı ikiye katlar. Ama birisine uzun bir zaman sonra sarılırsanız, defalarca sarılabilirsiniz. Zor değil çünkü. Sevgiyi ikiye katlar.

Yıllar önce karşılaştığımız birisiyle yıllar sonra bir otogarda buluşup, günlerdir yağan kar ile birlikte hayata yürüyorduk. Aynı güneşin altında, aynı zamanda birbirimizi bekledik. Güneş yakıyordu tenimizi, eriyorduk. Gözleri gözlerime değince, bahar geldi içime. Uzun yolculuklar bitti. Kalbim hafifledi birden. Pası gitti. Rengi gözleri oldu. Evren bize bir mesaj veriyordu.

Epigram Dergi Ocak sayısı 2016 

8 Aralık 2015

Yalnızlıkla Dans

O günlerde kendimi iyi hissetmek için inandırmaya çalışıyordum. Bazen bunu başardığım bazense beceremediğim oluyordu. Acemiydim. Acemi olmak yerine tecrübeli olsaydım burada olmazdık şimdi. Belki kümede kalma mücadelesi veren ve şampiyonluğa oynayan iki takımın maçında olurduk. Ya da cevabını herkesin bildiği fakat bir türlü bizim bulamadığımız bir bilmece de olabilirdi bu.

/Hayat zordu. Bu yer ve zamana göre kolay da olabiliyor. Böyle/

Yalnızlığım bana arkadaş oluyordu. Eğer hayat zorsa onunla iyi geçinmesini bilmek gerekiyor. Eğer bunu bilmezsen olaylar daha da boka sarar. Maazallah. Bir gün evde otururken müzik dinliyim dedim. Açtım enfes bir parça dans etmeye başladım. Çok eğleniyorum ama nasıl mutluyum o an. Hiçbir şey umrumda değildi. Sadece dans ve müzik. Bundan daha güzel bir yalnızlık olamaz. Kendimi çok tatlı hissettim. Aferin bana dedim. Helal sana. Onca zamandır başında bir sürü düşünce var. Bir oraya gidiyorsun bir buraya. Hayat sana daha neler çıkaracak kim bilir? Bu bilinmezde iyi bile dayandın. Güldüm. Gülmek en iyi hareketti. Eğer işler baktınız yola girmiyor gülün. Beyin olarak rahatlıyorsun az da olsa. Şarkı bitti. Yoruldum. Ama çok iyi geldi. Tavsiye ederim.

Bazen odamın duvarlarını kitaplık olarak hayal ediyorum. Sanki dünyadaki bütün kitaplar o odadaymış gibi ve sonsuza doğru giden raflar. Açıp bir tane okuyayım diyorum. Uyanıyorum mevzuya. Bozmuyorum.

Sonra bir gün bir yerden mesaj geliyor ve hayatın değişiyor. Sende eline bir çekirdek ve gazoz alıp hayatının nasıl değiştiğini seyrediyorsun. Geriye baktığında güzel anılar ve pek de güzel olmayan anılarda dahil vay be diyorsun. Vay be! O günlerde geçti. Bu günde geçiyor. Yarın da geçe…

Epigram Dergi Aralık sayısı 2015


24 Ağustos 2015

Gerçekten Ölen Adam

O gece evden bir hışımla çıktım. Nereye gittiğimi ve ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Gece yarısı hava çivi gibi. Kafam bir duvar, çakıyordu kafama soğuk. Ara sokaklardan yürüdüm. Ana caddeye çıkmak istiyorum ama yolu bulamıyorum. Kafam da güzel. O günlerde her şey üst üste geldi. Ama bana fark etmez alıştım bu duruma. Bütün arabaların üzerime üzerime sürmesine alıştım.
  
Ana caddeye çıkmışım farkında değilim. Soğuktan yürüyemeyecek gibi oldum. Nasıl üşüyorum anlatamam şuan. Anlatırken bile bir ürperti geliyor. Olduğum yerde durdum. Gökyüzüne baktım. Hiç yıldız yok. O an gökyüzünde hiç yıldız olmamasına çok üzüldüm. Bir binanın dokuzuncu katında bir tabela gördüm. Adı da Gökyüzü Restaurant. İkna olamıyordum gökyüzünde hiç yıldız olmayışına. Oraya gitmeye karar verdim. Asansör bozuktu. Dokuz katı merdivenlerden çıktım. Tam doksan sekiz tane basamak saydım. İçeriye girdim. On beş masa varsa, dört tanesi doluydu. Pencere kenarı bir masaya oturdum. Garson geldi. ‘’Hoş geldiniz,’’ dedi.  Ayağa kalktım garsonu öptüm. Günler sonra birisi benimle konuştu. Çok sevindim. Birden canlılık geldi üzerime. ‘’Hoş bulduk,’’ dedim. Karnım açtı. Kaç gündür doğru dürüst yemek yemiyordum. Sadece içiyorum. Sıvı besleniyorum. Yiyecek bir şeyler söyledim garsona. İçmeye sonra devam ederim diye düşündüm sonra. Etrafa baktım. Son kattayız ve çatı yok. Cam bir tavan var. Gökyüzünü görebiliyorsun. Ben yıldızları görmek istiyorum. Çok mu şey istiyorum? Çok mu şey istedim bu zamana, şu ana kadar? Garson masaya yiyecek bir şeyler bıraktı. ‘’Başka misafirimiz var mı bu gece?’’ diye sordu. ‘’Yok,’’ dedim. ‘’Afiyet olsun,’’ dedi. Günlerden sonra bu yemek bana iyi gelmişti. Yemek yemeği özlemişim. O derece kendimi kötü hissettim bir ara. Sonra geçti.
  
On beş masadan geriye sadece iki masa kaldı. Birisi benim, diğeri ise bir kadın. Benim gibi yalnız oturuyor. Galiba sona kalanlar hep yalnızlar oluyor. Dona kalanlarda aynı zamanda. Garsonu çağırdım. Peçeteye bir not yazdım. ‘’Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle.’’ Garson peçeteyi kadına verdi. . Ayağa kalktı. Yanıma geldi. Sandalyeye oturdu. Kadın uykusu gelmiş gözleriyle gözlerini kısarak okudu. Bana baktı. Gözlerimi birden gökyüzüne çevirdim. Bana çok bakıyordu. Gözlerimi yavaşça ona doğrulttum.
‘’Merhaba.’’
‘’Ne istiyorsun benden?’’
‘’Yalnız oturuyordun, bende yalnızım. Beraber içelim mi?’’
‘’Yalnız olduğumu nereden çıkardın?’’
‘’Değil misin?’’
‘’Yarım saat önce kocamın beni aldattığını ona söyledim. O böyle bir şey olmadığını söyledi. Tuttuğum dedektif ile fotoğrafları önüne serdim. Nefesi tutuldu. Çantamda bir silahım var. Eğer bir daha karşıma çıkarsa onu vuracağımı da söyledim. Arkasına bile bakmadan gitti.’’
Garson içkileri getirdi. Kadın gözlerini kaçırmadan ısrarla bakışını sürdürdü. Günler sonra bir duyguyu hissettim. Korktum.
‘’Adın ne?’’ diye sordum kadına.
‘’Ne önemi var ki bunun,’’ dedi. Güzel isimmiş.
‘’Senin adın ne?’’
‘’Sanane.’’ Ne önemi var ki bunun dakikalardır süren yüz ifadesi yerini gülümsemeye bıraktı.
‘’Sen de yalnızsın demek,’’ dedi.
‘’Yalnızım evet, ama yarım saat önce karım onu aldattığımı bana söylemedi. Bunu dört yıl önce söyledi bana. Karım beni terk etti. Beynimden vurulmuşa döndüm. Ama ölmedim.’’
  

Ne önemi var ki bunun içkisinden bir yudum aldı. Kırmızı ruju kadehte iz bıraktı. Gülümsemesi yerini durgunluğa bıraktı. Onun o halini görünce günler sonra bende üzüldüm. Kadehten bir yudum da ben aldım.
‘’Buraya niye geldin?’’ diye sordu.
‘’Evden çıktım. Ana caddede yürüyorken gökyüzüne baktım. Hiç yıldız olmadığını gördüm. Ama inanmadım. Yıldızları görmek için buraya geldim.’’
Ne önemi var ki bunun cam tavana baktı. ‘’Gördüm,’’ dedi. ‘’ Bak orada işte, gördün mü?’’
Sandalyeye geriye doğru yaslandım. Ellerimi açtım. Tavana baktım. Tavana baktım. Gökyüzünde bu gece yıldız olduğunu biliyordum.
‘’Gördüm,’’ dedim. ‘’Nasıl gördün..’’ Gitmiş.
  
On beş masadan geriye sadece bir masa kaldı. Ve bu cümledeki sadece benim. Etrafa bakıyorken kadehteki ruj izine daldım. Daha sonra kadehin yanında duran silaha. Uzun uzun baktım ikisine. Otuz sekiz yaşıma geldim şu hayatta. İkinci defa bir kadının arkasından onun bana bıraktığı izlere bakıyorum. Ne önemi var ki bunun gittikten sonra ona daha soracağım soruların olduğunu düşündüm. Şişedeki son yudumu kafa üstü diktim. Yıldızla göz göze geldim. O an o yıldızın içime kaydığını hissettim. Dört yıldır ölmek istiyorum. Ölemiyorum. İnsan kendi dünyasını değiştiremiyorsa bu dünya, çokta güzel bir yer değilmiş gibi geliyor. Bunu yıllar önce oynadığım oyundaki bir replikti. Yıllarca tiyatro oynadım ama ölemedim. Bu oyun başka türlü oynanabilirdi.

Hikâyenin Sonu
18 Aralık Saat: 20.00
Yıldız Kültür Merkezi

Oyun devam ederken, son sahne için yerimden kalktım. Kulise gittim. Makyajımı yaptım. Hazırlıklarımı tamamladım. Final sahnesi gelmişti. Rolü oynayacak erkek çocuğa durumu anlattım. Çocuk bir süre diyecek bir söz bulamadı.
‘’Beni neden aldattın?’’
‘’Aldattım evet, seni hayatım boyunca çok sevdim ama yapamadım. Bana yıldızları vaat ettin. Onlar senin gökyüzünde hiç yokken hem de.’’
Oyuncu kız şaşkın ifadelerle baktı. Ne yapacağını bilemedi. Cebimden silahı çıkardım…

Nisyan Dergisi 9. sayı 2015


3 Temmuz 2015

İyileşen Adam

Havalara anlam veremediğim günler gelmişti. Ona uyum sağlamak için yazlık ve kışlık elbiselerin dolapta bir yığın halinde olduğu günlerden bahsediyorum. Gündüz yanıyor, akşamları üşüyordum. Dört yıl önce karım Sezen beni terk ettiğinde de havalara uyum sağlayamamıştım. Hava hep soğuktu. Mütemadiyen üşüyordum. Yazın ortasında aşkını ızdırabını çekmiştim. Şimdi ne yapıyor bilmiyorum. Onu geçen sene Konak Sineması’nda görmüştüm. Yanında bir kız çocuğu vardı. Evet tam tahmin ettiğin gibi, bizim kızımız olacaktı. Ama yanında adamın biri vardı. Sezen’in gözlerinin içine bakmadığını uzaktan anlayabiliyordum. Sezen’ in beni terk ettiği günü unutamadım. Ama yavaş yavaş unutuyorum galiba. Bazı detaylar kayboluyor. Dört yılda aklımda kalan detay, giderken arkasına bakıp öyle gitmişti. Giden insan düz gider. Arkasına bakmaz. Sezen bu yüzden hemen unutamadım. Bana açık bir kapı bırakmıştı. O bakışından her manayı çıkarabilirdim. Bunu istemişti ama ben bunu çok sonradan anladım. Acı çekmemi. Neyse ki şimdi iyiyim. Tek sorunum havalar. (İyi miyim bilmiyorum. Ruh halim bataklık sanırım. Çıkmak için çırpınıyorum. Tam çıkacakken yeniden batıyorum.)
  
İşten dönerken arkamdan birisi takip ediyor hissine kapıldım. Sonra anladım. Takip ediliyordum. Kirli sakallı, deri ceket giymiş, kısa boylu bir adam. Telaşe kapılmadım hemen. Beni takip eden ilk kiralık katil değil çünkü. Tabii bu konuda tecrübeli olduğum için katil olduğunu anlamıştım. Arkama tekrar baktım. O hüzün verici bakışı gördüm. Birazdan seni öldüreceğim, ama ekmek parası. Evde iki çocuğum var. İşsiz bir insanım. Ekmeğimi buradan kazanacak adam değilim ama kredi borcum da var. Beni anla bakışı. Önüme döndüm. Yola devam ettim. Ara sokağa girdim. Daha önceden böyle şeyler görmüş geçirmiş birini öldürmek kolay değildir. Saklandım kuytu bir yere. Ne yapacağını şaşırdı. Belli ki daha yeni.  Arkadan yanına yaklaştım. Cebimdeki dede yadigârı silahı doğrulttum. Bana döndü.
‘’Ne istiyorsun?’’ dedim.
‘’Abi valla ekmek parası. İşsizim. Evde iki çocuğum bekliyor. Köpeğin olayım gideyim. Ben bu işleri yapacak adam değilim. Beni zorladılar abi.’’
‘’Kim?’’
‘’Bilmiyorum abi, bokunu yiyim gidiyim.’’
‘’Ne için söyle?’’
‘’Abi bilmiyorum çok para verdiler. Bir şey söylemediler. Abi gideyim.’’
‘’Siktir git.’’
Eve döndüm. Pencerenin kenarında yolu izledim. Tavşanın havucunu verdim. Ev arkadaşım olur kendisi. Adı Haydar. Beni bu dünyada anlayan tek canlı. Yaklaşık iki saat önce kim vurdu kurşunuyla, ne idüğü belirsiz bir sebeple burada oturmuyor olabilirdim diye düşündüm. Üzerime canlılık geldi. (Kafam allak bullak oldu. Bu nasıl bir kare bulmaca böyle? Ben neredeyim? Kim benimle oynuyor?)
  
Ertesi gün işe gitmek için evden çıktım. Kahvaltı yapmıyorum. Bu prensip oldu benim için. Pazar günleri dâhil. İnsan alıştığı zaman, tekrar bu alışkanlığı değiştirmesi zaman alıyor. Zaman hep geçiyor demek istiyorum aslında. Masama oturdum. Bir mektup var. Üzerinde hiçbir adres ve yazı yok. Kenarından kopardım. Şöyle yazıyor.
‘’Bugün hayatının son günü. Gün daha yeni başladı. İşten istifa edebilirsin. Senin için iyi olacağını düşündüm. Gidip dolaşabilirsin. Ya da kaçabilirsin uzaklara. Ama unutma bugün son. Daha ilk cümleden bunu söylemiş olmam, ne kadar ciddi olduğumu gösteriyor. İnanmak istemezsen sen bilirsin. Senin yaşamın. Son günün…’’
Bir süre bu yazılarla bakıştım. Son kelimesi ne kadar acıklıymış. Son. İnsanın içine birden hüzün çöküyor. Pencerenin yanına gittim. Mektuptan uçak yaptım. Yedinci kattan aşağıya salladım. Bir mektup ancak böyle güzel sonlanabilirdi. Gülümsedim. (Acı gülümsedim.)
 


Masama oturdum tekrar. Raporları yazmam gerekecek. Projelerde gözden geçirilecek. Önümüzdeki hafta toplantı ayarlanacak. Ne çok işim var. Aklıma mektup geliyor. Kafamı sallayıp devam ediyorum. Olamaz böyle bir şey. Şaka olmalı. Sonra buna çok gülerim. Öğle arası oldu. Yemeğe gitmek için dışarı çıktım. Adımlarımı hızlı atmaya başladım. Biraz da terlemiştim. Neden böyle oluyor? Kafamı toplamam gerekecek. (Dört yıl sonra mı?)
 
Öğle arası bitti. Ofiste işlere devam ettim. Yemek iyi gelmişti. Kendimi işlere verdim. Mesai bitimine kadar aralıksız çalıştım. İş çıkışı evin yolunu tutum. Arkama dönüp bakıyordum sürekli. Baktığım sırada önümde bir gölge belirdi. Katil değildi. Katiller önden gelmezler.
‘’Sen kimsin?’’
‘’Sezen’ in kocasıyım.’’
‘’Ne istiyorsun?’’
‘’Ben bir şey istemiyorum, Sezen seni istiyor.’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Dün seni bizim eve getirmesi için şoförü gönderdim. Onu geri çevirmişsin. Küfür etmişsin. Bugün de sana bir zarf gönderdim. İş çıkışı bir yerlerde oturup son kez konuşmak için. Ben aradan çekiliyorum.’’
‘’Ne demek oluyor bütün bunlar?’’
‘’Diyorum ki Sezen seni bekliyor. Seni seviyor. Ben gidiyorum uzaklara. Ne haliniz varsa görün. Yarın saat yedide Gökyüzü Restaurantta. Unutma.’’
Eve döndüm.  Pencerenin kenarından yolu izledim. Tavşanın havucunu verdim. Sonra ne yapacağımı şaşırdım. Başımı ellerimin arasına aldım. Saatlerce oturdum. Yarını düşündüm. Ne yapacağım bilmiyorum. ( )
  
Tam yedide restaurant’a geldim. Sezen’ de geldi birkaç dakika sonra. Elini uzattı. Tokalaştık.
‘’Nasılsın?’’ diye sordu.
‘’İyi miyim bilmiyorum.’’
‘’Yıllar sonra böyle bir şey olması.. Seni özledim.’’
‘’Kafam allak bullak oldu. Bu nasıl bir kare bulmaca böyle?’’
‘’Biliyorum ama seni unutamadım.’’
‘’Acı gülümsedim.’’
‘’Sana kızımızdan hiç söz etmedim. Çok üzgünüm. Ona babalık yapar mısın?’’
‘’Dört yıl sonra mı?’’
‘’Geçen zamanı unutmak zor. Yaşananları bir tafara atmak daha da zor. Ama ikimiz birlikte olursak her şeyin üstesinden gelebiliriz.’’
‘’Dört yıl önce giderken niçin arkana dönüp gittin?’’
‘’Bugün içindi. O zamanlar hamileydim. Ama sen bilmiyordun. Kızımız baktı o gün sana. Şimdi sen de ona bak bugün.’’
Dört yıldır yaşayan bir ölü gibiydim. Bugün tekrar doğuyorum Sezen. Seninle ve kızımızla.  O kadar çok özledim ki seni. O gün bizim kızımız olabilmesini ümit etmiştim.
‘’Hangi gün?’’
‘’Boş ver, haydi eve gidelim.’’
Eve dönerken kızımızı aldık. Kokusunu çektim içime bahar oluverdi içim. İçeriye girdik. Koltuğa uzandık boylu boyunca. O sırada gözüm masanın altında duran havuç yığınına çevrildi. Önce bunlar ne diye anlam veremedim. Biraz düşündüm ama bulamadım. Dört yıl sonra ilk defa gülümsedim.

Epigram Dergi Temmuz Sayısı 2015