Havaların bir türlü kendini
bulamadığı zamanlardı. Sabah güneş doğuyor. Tek bir bulut bile yok. Öğleye
doğru ısınıyor. Akşamüstü bulutlanıyor, akşam ise yağmur yağıyor. Bir süre
böyle devam etti. İlk günler bu durum bana şaşkınlık verse de, zamanla alıştım.
İnsan yalnızlığa alışır mı? Bilmiyorum.
Havaların bu durumuna
alışmaya çalışırken hasta oldum. Doktora gittim. Hava değişimi, olur bu zamanda
dedi. Doktor bey onu bende görüyorum, sizce normal mi bu havanın durumu? Ben ne
bileyim, hap yazıyorum sana dedi. İnsanların çoğu olayların sonuçlarıyla
ilgileniyorlar genelde. Olaya neden olan faktörler yaşam dışı. Hava neden böyle
oluyor sebebini sorgulayan yok? Sonuca göre hareket ediyoruz. En basitinden
televizyonda futbol maçı yorumcuları skora göre konuşuyorlar. Takım yenmişse
olumsuz şeyler söylemekten kaçınıyorlar. Yenilmişse mutlaka bir sebebi vardır.
Olumsuz bir şeyler söylemek gerekir deyip yerle bir ediyorlar takımı. Onlar
için sonuç önemli. Ama konumuz bu değil şimdi.
Konumuz ise ben hastayım ve
bir çorba yapanım bile yok. Ne kadar hüzün verici bir cümle oldu. Çaresiz bir
şekilde ilaçlardan sağlık beklemek gibi. Sevdiğin bir insanın sana yaptığı
çorba kadar iyi gelen bir şey olamaz şu hayatta. Bunu büyük bir ciddiyetle,
inanarak söylüyorum. Bütün gün hiçbir şey yapmadan yatıyorum. Sadece tuvalete
gitmek için kalkıyorum. Tekrar yatıyorum. Hava bir açıyor bir kapıyor kendini.
Ben hep yatıyorum. Konuşmaya ihtiyacım var. Belki o zaman içimdeki zehri
akıtabilirim dışarı. İçimde durdukça büyüdüğünü hissediyorum. Onu ilk defa
aradım. Daha önce hiç bu kadar güzel alo sesi duymamıştım..
‘’Alo.’’
‘’Merhaba Gülten, ben Turgut.
Tanıdın mı?
‘’Evet tanıdım, niye aradın
beni?’’
‘’Çok hastayım.’’
‘’Beni niye arıyorsun, doktor
muyum ben?’’
‘’En sevdiğin çorba
hangisi?’’
‘’Niye soruyorsun?’’
‘’Bana o çorbadan yapar
mısın?’’
Cevap yok. Cevap hiç olmadı.
Gülten bana karşı hep böyleydi. Ne zaman onunla konuşmak istesem hep geçiştirdi
beni. Bir gün mahallede gördüm onu. Tüm benliğimle bir o kadar heyecanlı gittim
yanına. Anlatmak istedim. İçimde ne varsa uzun uzun anlatmak istedim. Bilsin
istedim. Yapamadım. Bu güneşten sonra havanın bulutlanması ve yağmurun
başlaması zamanına geliyor. İçimde Gülten’e karşı güneşler doğuyor her an. Biri
batarken diğeri doğuyor. Yüzünde keşfedilmemiş harikalar diyarı buluyorum.
Gülüşünde gökkuşağı beliriyor her yağmur damlasında. Gözlerim içine içine
baktığı an, bu gezegene ait değilmişim gibi hissediyorum. Gülten’ in her zaman
taktığı bir kolyesi var. Her zaman takıyor olmasını ben de çözemedim daha. Ona
o kolyeyi ben hediye ettim. Ama benim verdiğimi bilmiyor. Bir gün bir parkta
oturuyordu. Uzaktan takip etmiştim onu. Markete su almaya gittiği sırada,
kitabının arasına koydum. Kitabı açtığında çok şaşırmıştı. Yüzündeki gülümseme
her şeye değerdi o an. Etrafına baktı ve sonra gitti. O günden sonra hep vardı
o kolye boynunda. Onu taktıkça sanki ona sarılıyormuşum gibi, konuşuyormuş gibi
hissediyorum. Bu da bana onunla tekrar konuşmam için cesaret veriyor. Ama bir
şey eksik..
Gülten bir yapboz’ un kayıp
bir parçasını arıyordu sadece. Bana öyle geliyordu. Bir bulsa keşke. Kendi yaptığım çorba’ nın tadına bir türlü
ulaşamadım. Günler hep geçti.
Çok yağmur yağdı geceleri.
Dışarıda fırtına koparken, içimde de bir şeylerin de koptuğunu bildim. Ne
olurdu Gülten gelseydi diye düşündüm. Şimdi burada başucumda beklese, bana şiir
okusa ne olurdu.
Sezai’ yi aradım. En yakın
arkadaşım. Hemen geldi sağ olsun, çok iyi çocuktur. Adamı yarı yolda bırakmaz.
Mutlu bir evliliği vardı ta ki ben öğrenene kadar. Evde kavga etmişler. Bende
sana uğrayacaktım bu aralar dedi. Ne oldu diye sordum. Hiç sorma dedi. Bende
tamam dedim. Bir süre bekledi Sezai cevap vermemi. Çok yorgunum Sezai, ev çok
dağınık. Yardım için çağırdım seni. Ben bi ayağa kalkayım yine iki lafın belini
kıracağız söz. Tamam sen rahatına bak dedi. Hapların etkisiyle uyuyakalmışım.
Bir süre sonra Dingdooonngg!
Dinggdooonggg! Kafamın içinde bu ses çınlıyor. Sezai kapı çalıyor dedim. Cevap
yok. Sezai diye bir bağırdım sesim kısılır gibi oldu. Cevap yok. Yorgun bir
halde kalktım. Zil inatla çalmaya devam ediyordu. Sezai’ ye baktım gitmiş.
Kapıyı açtım. Gelen Gülten’di. Kapıyı açar açmaz şaşkına döndüm.
‘’Gülten.’’
‘’Rahatsız ediyorum ama sana
çorba getirmiştim.’’
‘’Ne çorbası?
‘’Mercimek, en sevdiğim
çorba.’’
Gülten elindeki tencereyi
mutfağa bıraktı. Üçlü koltuğun sağ tarafına oturdu. Bende koltuğun soluna
oturdum. Niye geldim diye merak ediyorsun biliyorum. Sana bir açıklama yapmamı
da istiyorsun. Bütün bunların bir anlamı olmalı. Hayatta her şeyin bir anlamı
var Turgut. Güneşli bir havanın birden bulutlanmasının. Yağmurun yağmasının.
Yağmurdan sonra rengârenk beliren gökkuşağının çıkması. Sonra hiçbir şey olmamış
gibi güneşin kendini göstermesi. Bütün bunların bir anlamı var. Ben ilk başta
kolyenin ucundaki kutunun açılmayan bir şey olacağını düşünmüştüm. Ve de bunu
daha sonra hiç sorgulamadan öyle yaşadım. Bir gece yatmadan önce kolyemi
çıkarırken yere düşürdüm. Kutu açıldı ve içinden bir not çıktı. Okudum ve
hayatımda kelimelerin yan yana bu kadar güzel durduğunu görmemiştim. Parkta
beni takip ettiğini düşündüğün günü hatırla. Kitabımın arasına bıraktığın o
kolye açtı sana tüm kapılarımı. Bu gece senin dünyandan içeriye giriyorum. Hoş
bulduk. Seni seviyorum. Seni seviyorum..
Jargon Dergi 8. sayı 2014