”Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne
güzeldi. Yiten bu işte.’’ Nilgün Marmara
Çocukluğumun geçtiği evin karşısında bir kulübe
vardı. Orada saklambaç oynuyorduk. Şimdi oralar apartman olmuş. Saklanacak hiç
bir yer yok. Toprak yollardan giderdik parka. Hep kırıktı salıncak. Her
gidişimde o salıncağı gördüğüm de üzülürdüm. Topu evin bahçesine kaçan, yüzünü
asmış bir çocuk gibi. Şimdi oralarda jimnastik park olmuş. Her yerde spor
aletleri var. Mahalle olimpiyatlara hazırlanıyor. Toprak yollar zamanın
savurduğu tozlarla kaplanmış.
Mahallede
yaşlı bir amca vardı. Adını bilen yoktu. Hatta mahallede yaşadığını bilen bile
yoktu. Nereden gelirdi, nereye giderdi kimse bilmezdi. Gündüzleri sokaklarda
gezer, gördüğü çocuklara Merrababa derdi. Yalnız sonundaki baba' yı ba ba ba ba
diye uzatarak söylerdi. Çok korkardım ondan. Bizim sokağa her gelişinde içimi
korku kaplardı. Rüyalarıma girerdi. Çocukluk kâbusum.
Bir gün mahallede top oynarken gördüm
uzaktan. Atağa çıkmıştık o anda. Kaleciden top süzülerek geldi. Gözüm rakip defansta ve Merrababa' da.
Endişelendim. Topu bırakıp kaçmak istedim o an. Bana baktı. Topu ona bakayım
derken kaptırdım. Kontrataktan gol yiyecektik.
Hayatta en kötü şey emin olduğun yolda giderken, defansta adam bırakmazsan yediğin o hüzün verici gol gibidir.
On yaşıma kadar hızlı koşmadığım kadar koştum. Hem Merrababa' dan dan dolayı, hem de gol yememek için. Golü yemedik ama Merrababa yaklaştı. Yaşça büyük çocuklar korkmuyorlardı. Hatta yanlarına sokulup onunla tokalaşıyorlardı. Ben Merrababa’ dan korkmamak için daha ne kadar büyümeliyim? Ondan korkmamak için ne zamana kadar tabağın dibinde kalan pirinçlerin hepsini yiyeceğim? Diğer çocuklar koşturmaya başladı. Ben kalakaldım. Yaklaştı ve her zaman yaptığı gibi elini alıp sallaya sallaya Merraba ba ba ba… Sesi de bir o kadar korkunç. Gözlerimi kapadım. Elimi bıraktı ve sonra gitti. Hemen eve gittim. Anneannemin çeyizinden kalma iki tonluk yorganın altına girdim.
Hayatta en kötü şey emin olduğun yolda giderken, defansta adam bırakmazsan yediğin o hüzün verici gol gibidir.
On yaşıma kadar hızlı koşmadığım kadar koştum. Hem Merrababa' dan dan dolayı, hem de gol yememek için. Golü yemedik ama Merrababa yaklaştı. Yaşça büyük çocuklar korkmuyorlardı. Hatta yanlarına sokulup onunla tokalaşıyorlardı. Ben Merrababa’ dan korkmamak için daha ne kadar büyümeliyim? Ondan korkmamak için ne zamana kadar tabağın dibinde kalan pirinçlerin hepsini yiyeceğim? Diğer çocuklar koşturmaya başladı. Ben kalakaldım. Yaklaştı ve her zaman yaptığı gibi elini alıp sallaya sallaya Merraba ba ba ba… Sesi de bir o kadar korkunç. Gözlerimi kapadım. Elimi bıraktı ve sonra gitti. Hemen eve gittim. Anneannemin çeyizinden kalma iki tonluk yorganın altına girdim.
Bana
anlatılanla yaşadıklarım aynı değildi. Anlatılana göre Merrababa' nın cebinde
bir bıçak varmış. O bıçakla uslu durmayan çocukları bıçaklarmış. Benimde çok
uslu olduğum söylenemezdi o zamanlar. Tırsmamın tek dayanağı. Merrababa' nın
cebinde bıçak yoktu. Merrababa' nın cebinde hiçbir şey yoktu. Onun hiçbir şeyi
yoktu. Geceleri sokakta yatıyormuş. Hiç çocuğu olmamış. Sokaktan geçen
çocuklarla hep merhabalaşarak avuturmuş kendini. Bunları ben on yıl sonra
öğreniyorum. Tabağımda bu yaşımda hala pirinç tanesi bırakmıyorum. Şimdi sokaklarda
Merrababa' yı arıyorum. Yok. Hiçbir yerde yok.