2 Aralık 2013

Kahve Lekesi


Uzun yolculuklara çıktım. Çoğu kez yolda uyumam. Gözlerimle bitiririm bütün yolları. Elektrik direklerini saymadan yapamam. Her defasında da kaçta kaldığımı unutuyorum. Hatırlamak yoruyor beni. Tekrar saymaya başlıyorum. Tıpkı gittiğim yerlere tekrar gittiğim gibi. Kendimde bir türlü yolculuğa çıkamıyorum. Gidemiyorum içimde uzaklara. Bu konuda elimden sadece yazmak geliyor. Yazarak uzaklaşıyorum kendimden. İnsan kendinden uzaklaşmak ister mi? Neden olmasın.

Bir gün geceleyin balkona çıktım. Hava çok pis soğuk. Donuyorum. Gökyüzüne baktım. Yıldızlardan yüzünü birleştirdim. Gülümseyişin öylesine parlak ki, ışıldıyor gamzelerin. Ne de güzel gülüyorsun. Durup kelimelerle resmini çizebilirim. Sonra birden yağmur başlıyor. Üşüdüysen söyle şehri ateşe vereyim. Kıpırdama tam çizemiyorum. Islanıyorsun iliklerine kadar. Güneş doğuyor. Yeni bir gün daha başlıyor. Günler birbirini izliyor. En son ne zaman gitmiştik o parka diye hatırlamaya çalışmak yerine, tekrar gidiyoruz oraya. Çıktığım en güzel yolculuk gözlerin oluyor.

Henüz garına varmamış tren gidiyor bir çizgide. Gözünü pencereye yaslayıp dalıp gidiyorsan o raylara, bir yerde bir şeyler boka sarmış demektir. Çaresizken dinlenilen şarkılar gibi. Karşıma oturmuş ''Bana bak.'' diyorsun. Sana baktığımda ben hep son istasyondayım. Gidemiyorum daha uzağa. Raylar bitiyor, çalan şarkılar bitmiyor. ''Haydi gidelim, bütün geçmişimizi affedelim.'' diyorsun. ''Yılbaşı gecesi tek sayıdan büyük ikramiyeyi kaçırmış makul insanlarız. Fazla olan şeyler bizi eksiltiyor. Bunu anlamıyorsun.'' diyorum. Son anda trenini kaçırmış gidecek hiçbir yeri olmayan çaresiz biri gibi bakıyorsun. Geriye dönmeyi düşünmeyerek.

Susuşlarımız da gürültülü oluyor bizim. Koltuğun bir ucuna geçmiş gözün kahve fincanında içiyorsun öfkeni. ''Üşüyorum.'' diyorum sana. Bu ''Sana ihtiyacım var.'' demektir. Ve sen kahve fincanındaki gözlerini bana tercih ediyorsun. Kahven acılaşıyor gitgide. Bana da çay koyar mısın mutfağa giderken?
Bir yere varmak için var olan insanlar, gittiğimiz yerlere geçmişimizi de sürükleriz. En basitinden bavullar bunu için vardır. Kıyafetteki koku, kitabın arasında kalmış notlar ve kahve lekeleri..

Ne diyordum? Evet raylar. İşte ben raylara dalarken seni düşünüyordum. Ve seni geçtiğimiz istasyonda terk ettim. Kahve içmeyi o günden sonra bıraktım. Ayrı yönlerde aynı çizgide gidiyoruz. Varacağımız hiçbir yer yok. Trenden inip, deniz havası almamıza ihtiyacımız var sadece.

Şehrengiz Dergisi 13. sayı Şubat-Mart 2014



23 Ekim 2013

Sevgi Çıkmazı

Gündüzlerin kısaldığı, gecelerin her geçen gün biraz daha uzamaya başladığı zamanlardı. Akşam sekiz' de İhsan' la görüşmek için randevulaştık.
Bir derdi olduğunu söyledi telefonda. Normal bir arkadaş olsa telefondan anlat dersin, bir de sonunda hayırlısı olsun dersin konu kapanır. Ama İhsan normal bir arkadaştan çok farklı biriydi. Evde beslediği bir balığı var. Balığının adı Baboli. İki dostundan biri. Yemek yerken balıkla beraber masaya oturuyor. Baboli' den başka diğer dostu da benim. İhsanla üniversitede tanıştık. Okulda ilk onunla tanışmıştım. Sonra hiç ayrılmadık.
Çoğu gecelerin sabahını beraber gördük. Konuşulmadık konu kalmazdı. Beraber dinlediğimiz şarkıların sayısını tahmin bile edemiyorum. Saate baktım, geç kalmak üzereydim. Hemen apar topar çıktım evden. Mekana geldim. İhsan çoktan gelmiş beni bekliyordu. El etti, yanına gittim. Oturduk, içecek bir şeyler söyledik. En son geçen hafta görüşmüştük.
''Hayırdır kardeşim, ne derdin var?'' diye sordum.
''Aşık oldum kardeşim, aşık oldum.''
''Kime aşık oldun?''
''Sizin şubeden bir kız, sabahçı.''
''Adı ne?''
''Bilmiyorum.''
''Aşık olduğun kızın adını bilmiyor musun?''
''Bilmiyorum kardeşim, ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum.''
''Sende herkes gibi oturup bekleyeceksin İhsan.'' dedim.
''Neyi bekleyeceğim?''
''Kaderini kardeşim, kaderini.''
    İhsan abayı çoktan yakmış görünüyordu. ''Kardeşim bir haftada ne hale gelmişsin, kim bu dünyalar güzeli kız merak ediyorum.'' dedim.
İhsan biraz bu sözüme bozulur gibi oldu. ''Yakışır kardeşime.'' dedim sonra. Muhabbet ederken boka battığınızı düşünürseniz sizi kurtaracak olan karşı tarafın hoşuna gidecek sözlerdir. Etkisini tamamıyla göstermez ama azaltır. İhsan konu açıldığından beri kızdan bahsediyor.Yüzünü anlatıyor. Kaşı şöyle, burnu şöyle. Boyu ben kadar var, turuncu bir kazağı var.. Konuşmaya devam ederken,
''İhsan bir sus! Anlıyorum kardeşim ama adını bilmiyorsun. Bir delilin yok. Sakin ol. '' dedim.
''Tamam, özür dilerim.'' dedi.
Bir müddet sustuk. İhsan bir dostu olduğunu hatırladı dünyalar güzeli turuncu kazaklı kızdan sonra.
''Sen neler yapıyorsun?'' diye sordu.
''Hikaye yazıyorum.'' dedim.
''Ne hikayesi?''
''Sevgi çıkmazı.''
''Yeni mi başladın yazmaya?''
''Yeni sayılır.''
''Bitirdiğin zaman ilk ben okuyacağım, söz mü?''
''Tamam İhsan.'' dedim.
   İhsan' ın muhabbeti ''En son ne zaman aşık oldun?'' sorusuna doğru giderken, bir ara söyleyecek gibi oldu. Sonra sustu. İnsan cevabını bildiği soruları, şartlar ne olursa olsun sormamalıdır. Bu anayasaya konulması gereken maddelerden birisidir. Bugünlük nüsha yeter dedik. Aynı mahallede oturuyorduk. Arabada İhsan sokak ışıklarına dalıyor. Onlara gülümsüyordu.
''Yatarken üzerine sıkıca ört kardeşim.'' dedim. İhsan' a arkadaştan çok aile olarak yaklaşıyordum. O da aynı şekilde davranırdı bana.
Belki de şuan akraba bile sayılabiliriz. Sonuçta kan bağı olmasa da, aramızdaki dostluk bağı yeterdi.
''Yarın sabah derse muhakkak gel, sana kızı göstereceğim.''
''Bana gösterme kardeşim, git konuş kızla. Beni sen tanıştır onunla.'' dedim.
''Olmaz, bizi sen tanıştıracaksın.''
''Nasıl yani?''
''En yakın dostum sensin. Sana güveniyorum.''
   İhsan garip bir aşk yoluna girmiş. İçinde bulunduğu duyguyu anlamış değilim. Platonik bir bağlılık olduğu belli. Kızı gördü ve kız bunu fark etmedi bile. Yanından sessizce geçip gitti. Zaten hayatımızda olması gereken insanlar çok uzaklardalar. Yanımıza hiç uğramıyorlar. Uzaktan seviyorlar bizi.
Biz gece yatmadan önce gökyüzüne bakıp: ''Kalbimin şiir dizeleri, bugün de gelmedin. Şuan neredesin, ne yapıyorsun hiçbir yaşam belirtisi yok. Seni düşünerek dalıyorum uykuma. Rüyamda seni görmem dileğiyle'' diyerek yatıyoruz. On tane yıldız sayarsan dileğinin gerçekleşme olasılığı fazla.
Uyumadan önce gökyüzüne baktım. Baktıkça uzaklara daldı gözlerim. Kulaklığımı alıp, Neşet Ertaş' ın Neredesin Sen şarkısını elli defa dinledim. Düşündüm, o gece düşünmediğim ne varsa düşündüm. Sözlerde kayboldum. Gözlerimi açtığımda sabah çoktan olmuştu. Kapı çalıyordu. Gelen İhsan' dı.
''Günaydın.'' dedi sevinçli bir tonla.
''Ne günaydını oğlum, saat sabahın körü. Ne işin var burda.''
''Hazırlan hadi gidiyoruz.''
''Nereye?''
''Derse kardeşim.''
''Ders beşte İhsan, iyi misin sen?''
''İyiyim kardeşim hadi derse yetişelim. Bizi tanıştıracaktın unuttun mu?''
    Derse girdik. Sınıf yüz on kişi.
''Hani nerde oğlum kız, bul bakalım bulabilirsen.'' dedim.
''Bulucam kardeşim merak etme sen.'' dedi.
''Gece geç yattık zaten, ne işimiz var sabahın köründe burada. Bizim dersimiz akşam. Daha fazla harç parası ödüyoruz. Niye? Sabahları uyuyabilelim diye. Sen bizi paramızla rezil ediyorsun.'' dedim.
''İşte bak orada, geldi.''
''Hangisi şu beyaz tokalı olan mı?''
''Evet o.''
''İhsan öküz gibi bakma kıza, uslu dur şurda.''
''Ne yapayım kardeşim, çok güzel.''
   Beyaz tokalı kızı tanıyordum. İhsan'a söylemedim. Sınıftan Aysun' un arkadaşı. Bir gün beraber bir yerlerde oturmuştuk. Farklı biriydi. Bizim İhsan' a göre değildi yani. Ders çıkışı İhsan sürekli konuş hadi deyip durdu. Konuşmadım. Sonra konuşuruz diye geçiştirdim. Sen bana bırak dedim. İhsan' la dersten sonra ayrıldık. Hemen Aysun' u  aradım. Aramız iyidir. Durumu anlattım. Kızın bir erkek arkadaşı varmış.
''Ah ulan İhsan, saçma sapan iş yapıyorsun. Senin sevgine sokayım ben.''
İhsan sürekli mesaj atıyor. ''Planın nedir kardeşim.'' diye mesaj çekmiş. İhsan' a ''Evin ordaki park' a gel. Planı açıklıyorum.'' dedim.
''Ne yapıyoruz?''
''Bu işten vazgeçiyorsun İhsan.'' dedim.
''Ne diyorsun sen, niye?''
''Vazgeçiyorsun işte.''
''Niye oğlum, niye?''
''Soru sorma lan, vazgeç diyorum sana.''
''Vazgeçmiyorum var mı? Sen yalnız bırak beni. Kardeşime bak be.''
''Oğlum konu o değil..''
Lafımı bitirmeden İhsan çekti gitti. Bir daha da beni aramadı o günden sonra. Mesaj attım hiç birine cevap yazmadı. Evine gittim, kapıyı açmadı.
Bir gün şüpheye düştüm. Çilingir çağırdım. Kendini odaya kilitlemiş. Alt üst olmuş dünyası.
''Kardeşim konuştum ben kızla. Seni hiç yarı yolda bırakır mıyım?''
''Cevap yok.''
''İnan oğlum, bir dinle beni aç şu kapıyı.''
''Cevap yok.''
Üzerine gitmedim. İhsan bütün kapıları kapatmıştı dünyasındaki. Bir tek o odanın kapısı kalmıştı. Onu da ben açarsam, İhsan beni hiç affetmez diye düşündüm.
Baboli' ye her gün gelip yem attım. Balığı' da unuttu bir kız için.
''Oğlum ben affederim de seni, bu balık affetmez lan.'' dedim.
''Cevap yok.''
Balığı bizim eve getirdim. İhsan' a kalsa ölecek hayvancağız.
   İhsan garip bir şekilde sevgi çıkmazı' nın içine düşmüştü. Neden İhsan diye düşündüm.
Ne gerek var kardeşim. Olmayacağını bildiğin şeylerin üzerine niye gidiyorsun, ne diye beni dinlemeden bitiriyorsun her şeyi.
Böyle kızlar sana bakmaz oğlum. Bunların amacı farklı. Seni duygularını törpülemek için kullanırlar,
sonra çöp kutusuna basket diye sallarlar seni. Sen önüne bak. Seni kalbinle sevebilecek birine aşık ol.
   İnsan ulaşamadığı şeylerin üzerine daha da çok gidiyor. Ona sahip olmak için kendini bitiriyor. Kendinden verdikçe tükeniyor farkında olmadan. Birden oluyor ve karşı koyamıyorsun. Tıpkı depremler gibi. Sen kalbinde hissedemediğin için anlayamıyorsun şiddetini. Sonrasında yıkılıyor dünyan. Yerle bir oluyor yani. Geriye baktığında ne kalıyor. Binlerce kez dinlenmiş şarkılar. Tekrar diyorsun, sonra bir kez daha.
Hayatını şarkılarda teselli arıyorsun. Git kalbinle sevebileceğin birine aşık ol. Onun gözlerinde ara yaşama tesellini. Kendini bitirmenin anlamı yok.
   İnsan unutmaya mahkumdur. Unutmalıdır. Unutamam demeyeceksin, unutacaksın. Unutmak, anayasada yok ama hayatta geçerli olan bir kanundur. Sonra biri çıkacak karşına. Anlayacaksın o zaman bu sözlerimi. Haklısın kardeşim diyeceksin. Sonra güleceğiz bütün bunlara. Üzerine içeçeğiz. Bir zamanlar her şeyden önemli olan fakat son kullanma tarihi dolmuş hikayelerin arasında yer alacak bütün bu yaşananlar.
   Geçen gün ihsan aradı.
''Yazdığın hikaye bitti mi?''
''Daha bitmedi.'' dedim. Baboli' yi sordu. Kaç gün sonra hatırladı sonunda bir balığı olduğunu.
''Baboli iyi.'' dedim.
''Balığın suyunu iki günde bir değiştireceksin. Dinlenmiş su olacak. Yemini günde iki defa yarım vereceksin. Odanın camını açık unutma sakın.''
''Tamam İhsan.''
''Bize gel, konuşalım. Gelirken hikaye' yi ve Baboli' yi getir. Saat üç' te gel.'' dedi ve kapattı.
   Üç' e bir kala İhsan' a geldim. Yanımda Baboli ve daha bitmemiş bir hikaye var.
İhsan Baboli' yi aldı ve masanın üzerine koydu. Odaya geçtik.
''Hikaye' yi ver okuyacağım.''
''Daha bitmedi.''
''Ver lan!''
Kağıtları aldı arka odaya geçti. Kapıyı da kilitledi. Ses etmedim.
Baboli' yi izledim bir süre. Camdan dışarıya baktım. Kırmızı vosvos geçti bir tane.
Masanın üzerindeki çokoprens' i yedim.
İhsan yanıma hızlı bir yürüme temposuyla geldi. O kızı gördüğü heyecandan çok daha farklıydı bu.
''Sen haklıydın kardeşim, her zaman ki gibi sen haklıydın.''
''İhsan, herkesin bir hikaye' si vardır. Hikayen iyi de olabilir kötü de. Önemli olan sen bu hikaye' nin neresindesin? Sen bu hikaye' nin dışındaydın kardeşim. Hikaye' nin güzelleşmesini istedin diğer tüm insanlar gibi. Ama sen diğerleri gibi yapmadın. Acı çektin. Acını yaşadın içinde. Artık özgürsün.''
   İhsan içeriden kalem alıp geldi. Yaz o zaman:
''Her hikaye mutlu sonla bitecek diye bir kural yoktur. Kötü sonla bitecek diye de bir kural yoktur. Sınırlar vardır. Yemek yemenin bir sınırı, konuşmanın bir sınırı hatta acının da bir sınırı vardır. Sevmenin acısı diğer acılardan farklı. Hayal gücünü zorluyorsun, bir yolculuğa çıkıyorsun. Sonunda bir bakıyorsun aynı yerdesin.
Güneş doğar, yükselir, tekrar batar. Yarın yeniden doğacak, yükselecek ve batacak.
Bizi herkes gibi olmaya zorluyorlar. Bir gün herkes kendisi olacak. Kendi gibi olanlar kazanacak bu savaşı.
Herkes gibi olunca sınırlar kalkmıyor. Aksine büyüyor.''
''Eyvallah kardeşim, eyvallah.''
İhsan' ın bu hali beni mutlu etti.  Geçte olsa anlamıştı bazı şeyleri. Bir gün herkes anlayacak. Ne eksik ne fazla.

                                                                                                              Sabit Emre Zengin
                                                                                                                    Ekim/2013

11 Ekim 2013

Yağmurun Sabahı

camlardan kayan
yağmur damlalarında buldum kendimi
her bir damlada denizlere karıştım
renk değiştiren ışıklarda
aradım kendi rengimi
yağmur diner gibi olduğu zamanlarda
freni patlamış bir arabada olduğumu hissediyorum
ne kadar derindi uçurumlar.
içim kadar var mıydı?
gözlerinde seller kopmuş bir gecede
sakin bir deniz oluyor suların,
sabahında..
gözlerinden öpüyorum.

Sabit Emre Zengin

29 Eylül 2013

Bülent' in Hayali

Günlerin geçmek için geçtiği zamanlardı. Bazen her şey üst üste gelir. Önüne geçmeye çalıştıkça daha da beter olur. En iyisi susmak.
Hayatımızda yeni bir şeyler olsa da şaşırsak diye beklediğimiz o ince zamanlarda, kaldırımın ortasından yürüyordum.
Sanki yürümüyorum da koşuyorum. Adımlarımı zamanla bir tutmaya çalışıyorum. Kızın biriyle çarpıştım.
''Ne bu acelen, dikkat etsene biraz!''
''Günler bombok geçiyor. Hayattan tad alamaz durumdayım. Dertleşmek istersen bildiğim güzel bir cafe var.''
Ters ters baktı bana.
''Pardon.'' dedim.
Önüne geçmeye çalıştıkça olmuyor. En iyisi gerçekten susmaktı.
     Liseye yeni başlamıştım. Bir kız yanıma gelip,
''Bülent beraber matematik çalışalım mı?'' diye sormuştu.
''Tamam.'' dedim.
Matematikten fazla anlamam, ama kızın gülüşünde kurmuştum denklemi. Ne başka teoremler, ne de farklı yollar hiçbir işe yaramadı.
Kız sessizce gitti yanımdan. Hırs yaptım ve geceleri matematik çalıştım. Sınavdan yetmiş altı aldım. Yanına gittim bir gün.
''İstersen beraber matematik çalışabiliriz? diye sordum.
''Gerek yok, Ahmet çalıştıracak beni.'' dedi. O gün son kez sövdüm bütün matematik dünyasına.

   Şairler Park' ında iki sevgili gördüm. Ne güzel bakıyorlardı birbirlerine, yağmur damlaları bölmeseydi.
Güzel hatırlayacakları yeni bir gün daha. ''Parkta oturuyorduk. Birden yağmur bastırdı. Gökkuşağını beklerken
öptüm gözlerinden.'' diyecekler. Ben bu konuda daha fazla konuşmayacağım.
   İki sevgili de gittikten sonra parkta kimse kalmadı.  Yağmur yağmaya devam ediyordu.
Gittim bir banka oturdum.  Yanıma kırmızı şemsiyeli bir kız geldi. Adres sordu. Tarif ettim.
''Biraz soluklanayım öyle giderim.'' dedi sessizce.
Şemsiyesini bana yaklaştırdı. ''Teşekkür ederim, şemsiye kullanmıyorum.'' dedim. Gülümsedi.
''Adın ne?''
''Bülent.''
''Ben de Sevgi. Memnun oldum. Burada ne yapıyorsun?'' diye sordu.
''Hiç.'' dedim.
''Seni uzaktan gördüm. Parkta tek sen vardın. Merak ettim ondan geldim. Adreste numaraydı.
Günlerdir kapalı kutu gibiyim. Dertleşmek istersen bildiğim güzel bir cafe var.'' dedi.
''Hadi gidelim.''
Yağmur iyice şiddetlendi. Hayatın anlamını aramaya karar vermiş bir kovboydum.
''Bugün hayatında ne değişti?'' diye sordum sevgiye.
''Şemsiye kullanmayı bıraktım.'' dedi. Arkama baktım. Kırmızı şemsiye bankta duruyordu.
''Peki senin bugün hayatında ne değişti?'' diye sordu.
''Yağmur altında parkta oturuyordum. Parkta kimse yoktu. Günlerin sıradanlığı
ve kapanıklığı içinde yaşıyorken delirdiğimi farkettim.
Gerçeklerin güçlüğü içinde yaşıyorken, hayali bir dünyada buldum kendimi.
İşte buna çok şaşırdım.''

                                                                                                                 

11 Eylül 2013

Deniz, Kovalarım Ve Kumdan Kalelerim

 İlk yaz çiçeği merhaba demişken dünyaya, içimi tarifsiz mutluluklar kaplıyordu. İlk yaz çiçeği bana hep denizi hatırlatır. Karne günü babamın işten dönmesini, teneffüs zilinin çalmasını bekler gibi bekledim. Zil yarım çaldı. Annem mutfakta yemeğin kıvamını tutturma uğraşındayken, elimde karne hazır olda bekledim. Babam annemi öptü ve beklenen an gelmişti. Karnemi dikkatle inceledi. Zaten karne kafa karıştıracak cinsten değildi. Hepsi beş. Babamdan beklediğim cümle gelmek üzereydi. Sağ kanattan atağa çıktım. Babama ince bir gülümsedim. Babam defans yapıyordu. Çünkü bu sene ekonomik kriz varmış. Annem her cümlede kullanmaya ısrarla özen gösteriyor. Ama ben çok bir şey istemiyorum, sadece deniz, kovalarım ve kumdan kalelerim..
   Babam duygusal ve başarı-ödül teoremini başarıyla uygulayan bir adamdı. Başarı-ödül teoreminin adını ben koydum. Derslerinde veya herhangi olumlu bir hareketin ödüle dönüşüyor. Başarıya teşvikin en belirgin hali. Tekrar atağa çıktım. ''Annemin iş arkadaşları bana para verdiler. Karne parasıymış. Gittim ona Cornetto aldım hepimize. Yemekten sonra yeriz.'' Babam atağıma gülümsemekle karşılık verdi. Ama ben topu sol kanatla buluşturdum.
''Aferim oğlum'' diyerek başımı okşadı. Sol kanattan açılan muz bir orta ve topa vuracak olan ben,
''Baba beni bu yaz nereye götüreceksin?''
Kaleci tedirgin bakışlarlarla izledi gelen ortayı, kafa vuruşu
''Yazlığa.''
ve gol gelmişti. O an babamın ağzından çıkacak neresi olursa olsun sevinecektim.
''Yuppiiii!'' diye sevindim.
Annemin de hava değişimine ihtiyacı vardı. Annem devlet dairesinde memurdu. Sürekli birileri geliyor, bir sürü dosyalar ve numaralar. Bugün işyerine gittiğimde bunu daha iyi anladım.
Tatilin hepimize iyi geleceği konusunda fikir birliğine vardık. Benim için valiz hazırlanırken en önemli nokta deniz araç ve gereçlerinin unutulmamasıdır. Bir kale yapacaksan da en önemli olgu, araç ve gereçlerinin olmasıdır. Yoksa plastik bardaktan kale, ve elle taşınan su ile ızdırap oluyor. Kale konusunda bana fahri bir ünvan verilirse bunu hep taşıyacağımı düşünmüşümdür.
   Ertesi hafta yola koyulduk. Bir hafta boyunca deniz, kovalarım ve kumdan kalelerim. Uyumaya çalışsamda tüm kış boyunca özlemini kurduğum mavilik, içimi kıpır kıpır yapıyordu. Sabaha karşı yola çıktık. Bir kere sabah soğuğunu yiyeceksin. En sevdiğim soğuklardan birisidir. Gözlerimi açtığımda yazlığa çoktan varmıştık. Eşyaları yerleştirme derken, içimde deniz heyecanı artmıştı. Bu kadar yakın olup ta, henüz girememek ayrı bir kaygı durumuydu. Kahvaltıdan sonra denize gittik hemen. Denizi ilk gördüğüm an içimdeki kış bitmişti. Hemen koştum denize. Annemin ''Cevdetcim fazla açılma.'' dediğini duyar gibi oldum. Ve buluşma anı. ''Hoşbulduk deniz...''

                                                                         *  *  *

   Annem' den kovamı ve küreğimi istedim. İlk aşama tamamdı. Deniz çarşaf gibiydi. Hemen kalemi yapacağım yeri belirledim. Yakınımda kale yapmaya çalışan çocuklar vardı. Temelini sağlam yapmadıklarından dalgalar yerle bir ediyordu kaleyi. Önce dalgalardan korunmak için hendek kazarsın. Deniz suyu için bir kanal hiç fena olmaz. Başladığın bir işte, temel çok önemlidir. Başında düzgün çalışmazsan, sonunda üzülen sen olursun. Şimdi bunları geçelim, derin konular. Daha sonra konuşuruz yine.
   Çalışmalarıma hız kesmeden başladım. İnsanın hayalini kurduğu anların, gerçeğe dönüştüğünü görmesi keyif vericidir her zaman. Kumlarla boğuşmak nedensiz bir şekilde bana iyi geliyordu. Ondan bir yapı yapmak, kuleler yapmak denizin kenarında dünyanın en güzel görüntüsü oluyordu. Bunu okulca gittiğimiz Çanakkale gezisinde anlamıştım. O dev yapılar, tarihle bütünleşmiş atmosferden etkilenmiştim. O günden sonra kalelere hep bir ilgi duydum.
   Tatil benim için anlamına ulaşıyordu. Her gün saatlerce yüzüp, kumla oynuyordum. Ve yediğim sayısız dondurma. Bir gün kale üzerindeki çalışmalarım devam ederken, kumların üzerinde gölge belirdi. Hani sahilde yürürlerde, hemen o gölge geçerdi ama bu sefer gitmedi. Yüzümü kaldırdım, güneşten bakamadım uzun uzun. O yüz, bana bir yerden tanıdık geliyordu. Sanki önceden bir kitap okumuşum da kalbimin tozlu raflarına kaldırmıştım. Birden aklıma düştü yüzü. İki sokak arkamızda oturan, Memduh Amca'nın güzeller güzeli kızı  Aysel'in ta kendisiydi.
''Merhaba Cevdet.''
''Merhaba.'' dedim. Bir süre kendime gelemedim.
O an kalenin ikinci katına çıkmaya karar verdim. Aysel ile iki sene önce tanışmıştık. Beraber oyun oynayıp, kale yapıyorduk her gün. Onu unuttum zannetmiştim geçen iki senede. Ama o gülümsemesiyle tüm tozları aldı kalbimden. Esmer ve göğüsleri henüz yeni olgunlaşmaya başlamış bir güzellikti.
''Nasılsın?'' diye sordum heyecanlı bir sesle.
''Seni gördüm daha iyi oldum. Sen nasılsın?'' diye sordu.
''Seni gördüğüme o kadar çok sevindim ki, adımı unutacak kadar Aysel. Geçen iki senede, seni unuttuğumu düşünsemde, birden zihnimde delik açtın.
İçinin güzelliği dışına vurmuş resmen.'' diyecektim ama vazgeçtim. ''Bende iyiyim.'' dedim.
Yanıma oturdu ve kalenin ikinci katını yapıyorken, yüzüme baktı.
''Kaleyi beraber yapalım mı?''

                                                                           *  *  *

   Aysel ileride şemsiyenin altında oturan Memduh Amcanın yanına gitti. Kova ve küreğini istedi.   Onunla beraber zaman kum saati gibi geçiyordu. Güneşte yüzü içimi eritiyordu. Saçları rüzgarda uçuşuyordu.
Birden ''İki senedir görüşmüyoruz? Neden beni hiç aramadın?'' diye sordu.  ''Geçen yaz gelemedik. Babam bizi beş yıldız görünümlü, dört yıldızlı bir otele götürmüştü. Bu sene ekonomik kriz varmış. Herkes tasarruf yapıyor. Annem öyle diyor sürekli. Babam da yazlık biraz daha uygun diye bizi buraya getirdi. Ama iyi ki de geldik. Seni tekrar gördüm.'' Aysel yinede sözlerinde ısrarcıydı.
''Olsun, insan bir arar sorar! Sana annemin numarasını vermiştim. Ordan konuşuruz demiştik giderken. Unuttun mu?'' dedi.
''Hayır, unutumadım da annem dönüşte telefonunu kaybetti. Hattı değişti. O yüzden numaralar gitti.'' En bayat numaradır. Aysel pek inanmamış gözüküyordu.
   Onunla her gün kale yapıyor ve yüzüyorduk. Birbirimize sıra sıra dondurma ısmarlıyorduk. Denize ilk girer gibiydi önceleri. Sonra yavaş yavaş alıştık, birbirimize. Sonra o denizden çıkamaz olduk.
   Güneşin en kavurucu olduğu bir saatte, yanımıza bir kadın geldi. ''Aysel başına güneş geçecek. Şapkanı giy.'' dedi. Sonra güneş kremi sürdü aysele. Bana da ters ters bakıyordu. Uyuz oldum kadına.
''Aysel'i merak etmeyin, benim yanımda. Ben onu korurum.'' diyecektim sonra vazgeçtim. Annesiydi galiba. Aysel'in hatrına sesimi çıkarmadım. Sonra kadın gitti. Aysel rüzgarda uçuşan saçlarını geride topladı.
   Birden ''En son ne zaman heyecanlandın?'' diye sordu. Bu kız gerçekten normal değildi. Sanki hayatın anlamını, o herkesin merak ettiği fakat cevabını bulamadığı soruları arıyor gibiydi.
Anlamış mıdır acaba diye içimde tahlil yaptıktan sonra,
''Hatırlamıyorum.'' dedim. Bir müddet sustuk. İlk onun konuşmasını bekledim. Beklerken gözlerine daldım. Yüzünü inceledim. Geride topladığı saçları önüne geldi. Saçlarını geri atarken,
''Neden bakıyorsun?'' dedi.
''Öylesine.'' dedim.
''Konuşmayacak mısın?''
''Düşünüyorum.''
''Ne düşünüyorsun.''
''Neyi düşünmem gerektiğini.''
En son onu gördüğümde heyecanlanmıştım. Ama ona söylememeliyim diye düşündüm. Belki de ne düşündüğümü bilmiyorum.
    Her güzel şeyin sonu olduğu gibi, tatil de bitiyordu. Gitmeden önce son akşam, Memduh Amcalara yemeğe gittik. Yemekte konuşulmadık konu kalmamıştı. Büyükler her şeyi konuşmak isterler. Ama yeri ve zamanına göre konuşulmayacak konular vardır. Konular bitmez. Ayselle yemekten sonra sahile dolaşmaya çıktık. Gökyüzünde tek bir yıldız yoktu.
''Normal hayatta da görüşelim. Normal insanlar gibi. Ben sana okulda neler yaptığımızı anlatırırım.
Sen de mahalle maçlarında nasıl goller attığını anlatırsın. Ara sıra konuşuruz öyle. Tamam mı?'' dedi.
Önceden yazdığı annesinin numarasını cebinden çıkararak verdi. Başımla tamam dedim.
''Bu gece hiç yıldız yok.'' dedi birden.
''Evet sanki hepsi saklanmışlar, bizden bulmamızı istiyorlar.''
''Ben buldum.''
''Neredeler?''
Şaşkın ifadelerle baktım ona. Cebinden bir deniz kabuğu çıkardı.
''Bak bu göklerden düşen bir yıldız. Denize düşmüş, ben buldum onu. Sana veriyorum. Bunu benim için saklar mısın?''
Aysel gözümde daha da büyüyordu. Avucumun içine bıraktı. O an çok güzel bir şey oldu.
Birden dudaklarım dudaklarına değmiş ama gözlerimi sımsıkı kapamıştım. O anda bir yıldız kaydığını hissettim.

                                                                    *  *  *

   Kış bütünüyle geçmek üzereyken Aysel'i unutmuştum. Sanki bir yaz aşkı gibi, yaşanmış ve bitmişti her şey. Onu bir kere bile aramamıştım. Kalbimin tozlu raflarında birinci sıradan yerini almış, bir zamanlar çok satanlar listesinde olsa da, artık depoda gün yüzü görmemiş kitaplar gibiydi. Aklıma Aysel' in verdiği deniz kabuğu geldi. Hafızasını kaybetmiş birinin, her şeyi tekrar hatırlaması gibi bir durumdaydım.
O gece avucuma bıraktığı deniz kabuğu. Gökyüzünden düşen Aysel' in bulduğu bir yıldız. Bana karşı bu kadar ilgiliyken, benim ona karşı ilgisiz tavrımı hak etmiyordu.
En azından normal insanlar gibi konuşabilirdik. Mahalle maçlarında attığım golleri anlatabilirdim ona. O da bana okulda neler yaptığını anlatırdı.
   Deniz kabuğunu nereye koyduğumu hatırlamaya çalışırken, freni patlamış araba çoktan uçuruma yuvarlanmıştı. Annemden deniz kovası ve küreğimin olduğu çantanın yerini sordum.  Olsa olsa oradadır diye düşündüm. Annem kış günü ne kovası diye bir ton azar yedikten sonra,
uslu çocuk teoremini devam ettirdiğimden yerini söylemişti. Uslu çocuk teoremi' nin adını da ben koydum. Uslu durursan, istediğin şey daha çabuk oluyor. Zaman tasarrufu da diyebiliriz.
Çantayı açtım ve üç saniye durdum. Deniz kabuğunu elime aldım. Pencerenin yanına gittim. Kış günü hava kırmızıya çalıyordu.'' Yarın İç Ege' de kar bekleniyor.'' diye sesler geliyordu televizyondan. Şimdi ne yapıyordur acaba diye düşündüm. Meteoroloji her zamanki gibi yanılıyordu. Etrafı yavaşça beyazlık kaplamaya başladı. Kum taneleri birer birer kar tanelerine dönüşüyordu.
Onunla yaptığımız kaleler, birer birer kentsel dönüşüm alanı oluyordu. Aysel' in son gece öpüştükten sonra, kulağıma fısıldadığı cümleyi hatırladım. ''Beni görmek istersen, gökyüzüne bak. Ben hep orada olacağım.'' uzun uzun baktım gökyüzüne.