24 Ağustos 2015

Gerçekten Ölen Adam

O gece evden bir hışımla çıktım. Nereye gittiğimi ve ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Gece yarısı hava çivi gibi. Kafam bir duvar, çakıyordu kafama soğuk. Ara sokaklardan yürüdüm. Ana caddeye çıkmak istiyorum ama yolu bulamıyorum. Kafam da güzel. O günlerde her şey üst üste geldi. Ama bana fark etmez alıştım bu duruma. Bütün arabaların üzerime üzerime sürmesine alıştım.
  
Ana caddeye çıkmışım farkında değilim. Soğuktan yürüyemeyecek gibi oldum. Nasıl üşüyorum anlatamam şuan. Anlatırken bile bir ürperti geliyor. Olduğum yerde durdum. Gökyüzüne baktım. Hiç yıldız yok. O an gökyüzünde hiç yıldız olmamasına çok üzüldüm. Bir binanın dokuzuncu katında bir tabela gördüm. Adı da Gökyüzü Restaurant. İkna olamıyordum gökyüzünde hiç yıldız olmayışına. Oraya gitmeye karar verdim. Asansör bozuktu. Dokuz katı merdivenlerden çıktım. Tam doksan sekiz tane basamak saydım. İçeriye girdim. On beş masa varsa, dört tanesi doluydu. Pencere kenarı bir masaya oturdum. Garson geldi. ‘’Hoş geldiniz,’’ dedi.  Ayağa kalktım garsonu öptüm. Günler sonra birisi benimle konuştu. Çok sevindim. Birden canlılık geldi üzerime. ‘’Hoş bulduk,’’ dedim. Karnım açtı. Kaç gündür doğru dürüst yemek yemiyordum. Sadece içiyorum. Sıvı besleniyorum. Yiyecek bir şeyler söyledim garsona. İçmeye sonra devam ederim diye düşündüm sonra. Etrafa baktım. Son kattayız ve çatı yok. Cam bir tavan var. Gökyüzünü görebiliyorsun. Ben yıldızları görmek istiyorum. Çok mu şey istiyorum? Çok mu şey istedim bu zamana, şu ana kadar? Garson masaya yiyecek bir şeyler bıraktı. ‘’Başka misafirimiz var mı bu gece?’’ diye sordu. ‘’Yok,’’ dedim. ‘’Afiyet olsun,’’ dedi. Günlerden sonra bu yemek bana iyi gelmişti. Yemek yemeği özlemişim. O derece kendimi kötü hissettim bir ara. Sonra geçti.
  
On beş masadan geriye sadece iki masa kaldı. Birisi benim, diğeri ise bir kadın. Benim gibi yalnız oturuyor. Galiba sona kalanlar hep yalnızlar oluyor. Dona kalanlarda aynı zamanda. Garsonu çağırdım. Peçeteye bir not yazdım. ‘’Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle.’’ Garson peçeteyi kadına verdi. . Ayağa kalktı. Yanıma geldi. Sandalyeye oturdu. Kadın uykusu gelmiş gözleriyle gözlerini kısarak okudu. Bana baktı. Gözlerimi birden gökyüzüne çevirdim. Bana çok bakıyordu. Gözlerimi yavaşça ona doğrulttum.
‘’Merhaba.’’
‘’Ne istiyorsun benden?’’
‘’Yalnız oturuyordun, bende yalnızım. Beraber içelim mi?’’
‘’Yalnız olduğumu nereden çıkardın?’’
‘’Değil misin?’’
‘’Yarım saat önce kocamın beni aldattığını ona söyledim. O böyle bir şey olmadığını söyledi. Tuttuğum dedektif ile fotoğrafları önüne serdim. Nefesi tutuldu. Çantamda bir silahım var. Eğer bir daha karşıma çıkarsa onu vuracağımı da söyledim. Arkasına bile bakmadan gitti.’’
Garson içkileri getirdi. Kadın gözlerini kaçırmadan ısrarla bakışını sürdürdü. Günler sonra bir duyguyu hissettim. Korktum.
‘’Adın ne?’’ diye sordum kadına.
‘’Ne önemi var ki bunun,’’ dedi. Güzel isimmiş.
‘’Senin adın ne?’’
‘’Sanane.’’ Ne önemi var ki bunun dakikalardır süren yüz ifadesi yerini gülümsemeye bıraktı.
‘’Sen de yalnızsın demek,’’ dedi.
‘’Yalnızım evet, ama yarım saat önce karım onu aldattığımı bana söylemedi. Bunu dört yıl önce söyledi bana. Karım beni terk etti. Beynimden vurulmuşa döndüm. Ama ölmedim.’’
  

Ne önemi var ki bunun içkisinden bir yudum aldı. Kırmızı ruju kadehte iz bıraktı. Gülümsemesi yerini durgunluğa bıraktı. Onun o halini görünce günler sonra bende üzüldüm. Kadehten bir yudum da ben aldım.
‘’Buraya niye geldin?’’ diye sordu.
‘’Evden çıktım. Ana caddede yürüyorken gökyüzüne baktım. Hiç yıldız olmadığını gördüm. Ama inanmadım. Yıldızları görmek için buraya geldim.’’
Ne önemi var ki bunun cam tavana baktı. ‘’Gördüm,’’ dedi. ‘’ Bak orada işte, gördün mü?’’
Sandalyeye geriye doğru yaslandım. Ellerimi açtım. Tavana baktım. Tavana baktım. Gökyüzünde bu gece yıldız olduğunu biliyordum.
‘’Gördüm,’’ dedim. ‘’Nasıl gördün..’’ Gitmiş.
  
On beş masadan geriye sadece bir masa kaldı. Ve bu cümledeki sadece benim. Etrafa bakıyorken kadehteki ruj izine daldım. Daha sonra kadehin yanında duran silaha. Uzun uzun baktım ikisine. Otuz sekiz yaşıma geldim şu hayatta. İkinci defa bir kadının arkasından onun bana bıraktığı izlere bakıyorum. Ne önemi var ki bunun gittikten sonra ona daha soracağım soruların olduğunu düşündüm. Şişedeki son yudumu kafa üstü diktim. Yıldızla göz göze geldim. O an o yıldızın içime kaydığını hissettim. Dört yıldır ölmek istiyorum. Ölemiyorum. İnsan kendi dünyasını değiştiremiyorsa bu dünya, çokta güzel bir yer değilmiş gibi geliyor. Bunu yıllar önce oynadığım oyundaki bir replikti. Yıllarca tiyatro oynadım ama ölemedim. Bu oyun başka türlü oynanabilirdi.

Hikâyenin Sonu
18 Aralık Saat: 20.00
Yıldız Kültür Merkezi

Oyun devam ederken, son sahne için yerimden kalktım. Kulise gittim. Makyajımı yaptım. Hazırlıklarımı tamamladım. Final sahnesi gelmişti. Rolü oynayacak erkek çocuğa durumu anlattım. Çocuk bir süre diyecek bir söz bulamadı.
‘’Beni neden aldattın?’’
‘’Aldattım evet, seni hayatım boyunca çok sevdim ama yapamadım. Bana yıldızları vaat ettin. Onlar senin gökyüzünde hiç yokken hem de.’’
Oyuncu kız şaşkın ifadelerle baktı. Ne yapacağını bilemedi. Cebimden silahı çıkardım…

Nisyan Dergisi 9. sayı 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder