10 Şubat 2015

Hoş Kal

Denemediği yol kalmayan bir insanın varacağı yer, en fazla ne kadar uzaklıkta olabilir? Bu sorunun cevabını arıyordu günlerdir Nihat. Bir gün eve dönerken güneşin battığı anda aklına geldi bu soru. Bu sefer sokağın ortasında çıktı ağzından. Ben ilk başta duymamazlığa geldim. Çünkü bu konu ne zaman açılsa kapanmıyordu. Kapanması için uyumamız gerekiyordu. Güneş usulca kaybolurken, Nihat’ın içinde yeniden düşünceler doğduğunu anlamıştım. Eve gittik. Marketten aldığımız biber, domates ve soğan’ ı çıkardı. Bu onun için Metin, Ali ve Feyyaz demekti. Koyu Beşiktaş taraftarıydı Nihat. Babası da öyleydi. Beşiktaş’ ın yendiği hafta onun için güzel geçiyordu. Yenildiği maçlarda üzülüyordu. İki gün kendine gelemiyordu, ama toparlıyordu sonra. Önümüzdeki maçlara bakacağız diyerek bugüne kadar geldi Nihat. Şimdi geldiği noktada geçmişe bir soru soruyor. Önümüzde maç kaldı mı?
Nihat üç yıl önce Sevince âşıktı. Mahallemizin güzel kızı Sevinç Akça. Seviyordu onu, sevmişti. Sevinç ona bir gün ’’Uzaklara gidiyorum, senin beni bulamayacağın uzaklara. Orada da seni seviyor olacağım. Beni anla,’’ dedi.  Nihat onu hiçbir zaman anlamadı. Anlamak için çalışmadı bile. ‘’Niye gidiyorsun?’’ diye bile soramadan gitti. Sadece gitti. Bu aşırı acıklı son Nihat’ı zor günlerle buluşturdu. Zor günler, yaşayan biliyor şu hayatta acıyı. Acı çekmesini öğrendiğinde Nihat, sevgiyi de öğrenmişti. O gittikten sonra arkasında hiçbir iz yoktu. Mahalleden taşındılar. Nereye gittiklerini bilen yok. Babası işi bırakmış. İki ay sonra öğrendik ki, babası kötü adammış. Çok kötülük yapmış. Ve kötü bir sonla bitti bu hikâye. Üzüldüğü gecelerde hep onu yanında aradı. O gecelerde ben de vardım. Nihat’ ın biricik dostu Hakan Kaman. Uykuya dalmadan önce bu cümlede değişiklik olmaz, şöyle der. ‘’Ah sevinç, niçin yanımda değilsin? Gözlerin’ den niçin öpemiyorum? Niçin Sevinçsizim?’’ Günleri geçti, sonra aylar geçti, sonra yıllar. Bu sıralama hiç değişmedi. Ama Sevincin gidişi daha dün gibiydi Nihat için. Kokusu daha şimdi buradaymış gibi. Parmağına sürdüğü oje daha kurumamıştı üstelik. Geçen Cuma günü okul çıkışı Nihat’la deniz kenarına gittik. Her zaman sorardı bu soruyu  ’’Deniz olan bir şehirde yaşadığımız için çok şanslıyız.’’ Bende bu soruyu her sorduğunda ‘’Sana katılıyorum dostum,’’ derim. Bu soru ve cevap da hiç değişmez. Nihat kulaklığını taktı. Psikolojisi yerinde olmayan insanlar günlerce sanki şarkıyı ilk kez dinliyormuş gibi defalarca dinlerler. Yani yedi milyar insan böyle mi yapıyor gerçekten diye hayal gücüm birden yerinden fırladı. Nihat kulaklığını taktı ama şarkı açmadı. Bana döndü. ‘’Kafamı dinlemek istiyorum dostum şuan. Sadece kafamı dinlemek.’’
Nihat bir süre kafasını dinledikten sonra kulaklığı çıkardı ve bana döndü.
‘’Sevinç’ le bir gün parkta otururken ona bir soru sormuştum,’’ dedi. ‘’Ne sormuştun dostum?’’ dedim.
‘’Hangi süper güce sahip olmak isterdin Sevinç,’’ dedim.
‘’Olmasın süper gücüm. Mutlu olayım yeter. İnsan sevdiği tarafından sevildiğini hissedince en büyük güce sahip oluyor zaten,’’ dedi o da. Bir müddet sessizlik oldu.
‘’Hakan,’’ dedi. ‘’Biz bu adaletsizlik furyasından nasibimizi aldık.’’
‘’Üzülme dostum,’’ dedim. ‘’Herkes mutlu olacak diye bir kural yok. Simit alıp şu aç martıları doyuralım. Bari onlar nasiplensinler.’’
‘’İnsanlar bakkaldan ekmek alır gibi yaşıyor hayatlarını. Biz fırında pişiriyoruz hayallerimizi.’’
Diyecek bir şey bulamadım şimdi. Sonra devam etti cümlesine.
‘’Ama bizimkisi daha lezzetli ve kıtır olacak.’’
‘’Elbette dostum.’’
‘’Söyleyecek o kadar çok şeyim var gibi ama diyecek bir şeyim yok gibiyim.’’
‘’Biraz yürüyelim Nihat. Kafamız dağılır.’’
‘’Tamam.’’
Caddeye, cümbüşün ortasında kaldık. Kendini bırakmak istedi kalabalığa. Kaybolmak, insanlardan bir dalga gelse de, alıp götürse uzaklara diye bekledi. Ama o dalga bir türlü gelmiyordu Nihat’a. Çünkü yanında ben varım. Onun biricik dostu Hakan Kaman. Eve dönerken otogarın önünden geçtik. Birden gözümüze iki çift takıldı. Sımsıkı sarılıyorlardı birbirlerine, otobüs kalkmıyor olsaydı eğer. Bazı anlar vardır ki, gitme saati geldiğinde içinde bir bomba patlıyor, ağlıyorsun. Bu otobüs kalktıktan sonraki zamana denk geliyor. Zaman geliyor ve ayırıyor seni. Kız, sevgilisini uğurlamak için gelmiş otogara. Belli ki evden uğurlamak istememiş. Sevdiği gözlerinden belli. Elini sımsıkı tutuyor, bırakmıyor. Ama iki dakika sonra biliyor ki, gidecek. Gitmese diyor kalsa, zaman umrunda değil. Sevgilisi otobüse biniyor ve kız o hüzün verici bakışı yapıyor. Sonrası özlem, özlem, özlem. Özlem hep var. Sevgi zaten daha önceden de vardı. Peki ya umut?
Eve döndük.
‘’Hakan bana temiz bir kâğıt ver dostum,’’ dedi.
‘’Ne yapacaksın kâğıdı şimdi?’’
‘’Şiir yazacağım.’’
Nihat ne zamandır şiir yazmıyordu. Ve düşündü. Düşündü. Düşündü. Nihat uzun bir süre düşündü. Boş kâğıda bir nokta bile koymadı. ‘’Otogardaki çift,’’ dedi. Zamanın ne kadar da güç geçtiği dakikalardı,’’ dedi. ‘’Evet dostum,’’ dedim. ‘’Ah sevinç, sevincim,’’ dedi. Onu unutmuştu Nihat. Muş gibi yapmıştı. Sevincin giderken gözlerinin içine bakarak, kalbinden vurulduğu o konuşma sırasında, eline bıraktığı notu uzattı bana.
‘’Seni düşündüğüm her an, aklımdasın, kalbimdesin, her gözeneğimdesin. Hoş kal…’’
‘’Hoş kalamadım,’’ yazdı boş kâğıda Nihat. O sırada güneş batmak üzereydi.

Jargon Dergi 10. sayı 2015