Denemediği
yol kalmayan bir insanın varacağı yer, en fazla ne kadar uzaklıkta olabilir? Bu
sorunun cevabını arıyordu günlerdir Nihat. Bir gün eve dönerken güneşin battığı
anda aklına geldi bu soru. Bu sefer sokağın ortasında çıktı ağzından. Ben ilk
başta duymamazlığa geldim. Çünkü bu konu ne zaman açılsa kapanmıyordu.
Kapanması için uyumamız gerekiyordu. Güneş usulca kaybolurken, Nihat’ın içinde yeniden
düşünceler doğduğunu anlamıştım. Eve gittik. Marketten aldığımız biber, domates
ve soğan’ ı çıkardı. Bu onun için Metin, Ali ve Feyyaz demekti. Koyu Beşiktaş
taraftarıydı Nihat. Babası da öyleydi. Beşiktaş’ ın yendiği hafta onun için
güzel geçiyordu. Yenildiği maçlarda üzülüyordu. İki gün kendine gelemiyordu,
ama toparlıyordu sonra. Önümüzdeki maçlara bakacağız diyerek bugüne kadar geldi
Nihat. Şimdi geldiği noktada geçmişe bir soru soruyor. Önümüzde maç kaldı mı?
Nihat
üç yıl önce Sevince âşıktı. Mahallemizin güzel kızı Sevinç Akça. Seviyordu onu,
sevmişti. Sevinç ona bir gün ’’Uzaklara gidiyorum, senin beni bulamayacağın
uzaklara. Orada da seni seviyor olacağım. Beni anla,’’ dedi. Nihat onu hiçbir zaman anlamadı. Anlamak için
çalışmadı bile. ‘’Niye gidiyorsun?’’ diye bile soramadan gitti. Sadece gitti.
Bu aşırı acıklı son Nihat’ı zor günlerle buluşturdu. Zor günler, yaşayan
biliyor şu hayatta acıyı. Acı çekmesini öğrendiğinde Nihat, sevgiyi de
öğrenmişti. O gittikten sonra arkasında hiçbir iz yoktu. Mahalleden taşındılar.
Nereye gittiklerini bilen yok. Babası işi bırakmış. İki ay sonra öğrendik ki,
babası kötü adammış. Çok kötülük yapmış. Ve kötü bir sonla bitti bu hikâye.
Üzüldüğü gecelerde hep onu yanında aradı. O gecelerde ben de vardım. Nihat’ ın
biricik dostu Hakan Kaman. Uykuya dalmadan önce bu cümlede değişiklik olmaz,
şöyle der. ‘’Ah sevinç, niçin yanımda değilsin? Gözlerin’ den niçin öpemiyorum?
Niçin Sevinçsizim?’’ Günleri geçti, sonra aylar geçti, sonra yıllar. Bu
sıralama hiç değişmedi. Ama Sevincin gidişi daha dün gibiydi Nihat için. Kokusu
daha şimdi buradaymış gibi. Parmağına sürdüğü oje daha kurumamıştı üstelik. Geçen
Cuma günü okul çıkışı Nihat’la deniz kenarına gittik. Her zaman sorardı bu
soruyu ’’Deniz olan bir şehirde
yaşadığımız için çok şanslıyız.’’ Bende bu soruyu her sorduğunda ‘’Sana katılıyorum
dostum,’’ derim. Bu soru ve cevap da hiç değişmez. Nihat kulaklığını taktı. Psikolojisi
yerinde olmayan insanlar günlerce sanki şarkıyı ilk kez dinliyormuş gibi
defalarca dinlerler. Yani yedi milyar insan böyle mi yapıyor gerçekten diye
hayal gücüm birden yerinden fırladı. Nihat kulaklığını taktı ama şarkı açmadı.
Bana döndü. ‘’Kafamı dinlemek istiyorum dostum şuan. Sadece kafamı dinlemek.’’
Nihat
bir süre kafasını dinledikten sonra kulaklığı çıkardı ve bana döndü.
‘’Sevinç’
le bir gün parkta otururken ona bir soru sormuştum,’’ dedi. ‘’Ne sormuştun
dostum?’’ dedim.
‘’Hangi
süper güce sahip olmak isterdin Sevinç,’’ dedim.
‘’Olmasın
süper gücüm. Mutlu olayım yeter. İnsan sevdiği tarafından sevildiğini
hissedince en büyük güce sahip oluyor zaten,’’ dedi o da. Bir müddet sessizlik
oldu.
‘’Hakan,’’
dedi. ‘’Biz bu adaletsizlik furyasından nasibimizi aldık.’’
‘’Üzülme
dostum,’’ dedim. ‘’Herkes mutlu olacak diye bir kural yok. Simit alıp şu aç
martıları doyuralım. Bari onlar nasiplensinler.’’
‘’İnsanlar
bakkaldan ekmek alır gibi yaşıyor hayatlarını. Biz fırında pişiriyoruz
hayallerimizi.’’
Diyecek
bir şey bulamadım şimdi. Sonra devam etti cümlesine.
‘’Ama
bizimkisi daha lezzetli ve kıtır olacak.’’
‘’Elbette
dostum.’’
‘’Söyleyecek
o kadar çok şeyim var gibi ama diyecek bir şeyim yok gibiyim.’’
‘’Biraz
yürüyelim Nihat. Kafamız dağılır.’’
‘’Tamam.’’
Caddeye,
cümbüşün ortasında kaldık. Kendini bırakmak istedi kalabalığa. Kaybolmak,
insanlardan bir dalga gelse de, alıp götürse uzaklara diye bekledi. Ama o dalga
bir türlü gelmiyordu Nihat’a. Çünkü yanında ben varım. Onun biricik dostu Hakan
Kaman. Eve dönerken otogarın önünden geçtik. Birden gözümüze iki çift takıldı.
Sımsıkı sarılıyorlardı birbirlerine, otobüs kalkmıyor olsaydı eğer. Bazı anlar
vardır ki, gitme saati geldiğinde içinde bir bomba patlıyor, ağlıyorsun. Bu
otobüs kalktıktan sonraki zamana denk geliyor. Zaman geliyor ve ayırıyor seni.
Kız, sevgilisini uğurlamak için gelmiş otogara. Belli ki evden uğurlamak
istememiş. Sevdiği gözlerinden belli. Elini sımsıkı tutuyor, bırakmıyor. Ama
iki dakika sonra biliyor ki, gidecek. Gitmese diyor kalsa, zaman umrunda değil.
Sevgilisi otobüse biniyor ve kız o hüzün verici bakışı yapıyor. Sonrası özlem,
özlem, özlem. Özlem hep var. Sevgi zaten daha önceden de vardı. Peki ya umut?
Eve
döndük.
‘’Hakan
bana temiz bir kâğıt ver dostum,’’ dedi.
‘’Ne
yapacaksın kâğıdı şimdi?’’
‘’Şiir
yazacağım.’’
Nihat
ne zamandır şiir yazmıyordu. Ve düşündü. Düşündü. Düşündü. Nihat uzun bir süre
düşündü. Boş kâğıda bir nokta bile koymadı. ‘’Otogardaki çift,’’ dedi. Zamanın
ne kadar da güç geçtiği dakikalardı,’’ dedi. ‘’Evet dostum,’’ dedim. ‘’Ah
sevinç, sevincim,’’ dedi. Onu unutmuştu Nihat. Muş gibi yapmıştı. Sevincin
giderken gözlerinin içine bakarak, kalbinden vurulduğu o konuşma sırasında,
eline bıraktığı notu uzattı bana.
‘’Seni
düşündüğüm her an, aklımdasın, kalbimdesin, her gözeneğimdesin. Hoş kal…’’
‘’Hoş
kalamadım,’’ yazdı boş kâğıda Nihat. O sırada güneş batmak üzereydi.
Jargon Dergi 10. sayı 2015